KALBİNİ KULLAN
-AHMET MENTEŞ
Önce yokluğunla gururlan. Sonra onda kendini ara. Kendini onunla sına. Başta izin verme seni var kılmasına. Yokluğundan bir şeyler yont. Ağla… Ağladıkça yol alınır. Var olmadıkça çoğalacaksın. Sınandıkça, aradıkça, onurlu… Olunmuyor mu? Öyleyse daha derin bak. Daha derine bak. Derinin içindeki kendine bak. Kendini göremeyecek hâle gelene dek. Derinleş, derinleş, derinleş… Baktığın şeyi görmemenin bilgeliğine ulaşana dek.
Ruhumuzu günün yaşamsızlığına satıyoruz. Kalbimiz rehin kaygının derin-karanlık kuyularında. Hepimiz, birilerine bir yerlere bakıp duran körleriz aslında. Boşuna doldururuz göz hastanesi koridorlarını: Boş yere bekliyorsunuz sayın körler ve az görenler. Nasıl olsa gözünüz açıldıktan sonra da göremeyeceksiniz. Paranız çok geliyorsa gidip sadaka verin. –Sevgili Homeros, insanın kendi içine bakması gerektiğini yaşayarak göstermek için mi kör oldunuz?– Yine boşuna doldururuz estetik cerrah odalarının önlerini. Diziliriz kurbanlık koyunlar gibi. Bakar dururuz numaramız ne zaman yanacak. Sonra ışıklı tabelada yüzümüze çarpan gerçek: Yürekteki kırışıklıklara bakmıyoruz!
Her sabah bir saat erken uyanmalı insan: yatağında hafifçe doğrulup: bir saat boyunca durmadan sormalı: ben kimim-ben kimim-ben kimim… Ben ki… Sonra kalkıp aynanın karşısında kendiyle tanışmalı. –Memnun oldum. Uzun zamandır birlikte yaşıyoruz ama bir türlü tanışma fırsatımız olmadı. Köşe başlarında, kaldırımlarda karşılaşıyoruz, bakmadan geçiyoruz birbirimizin yüzüne. –Hep yere bakarım da ben yürürken. (bir kez düşmüştüm, o günden beri korkarım hep düşmekten) Sizi ancak ayaklarınızdan tanıyabilirim.
Gidişlerinizden… Kaçışlarınızdan… En çok da kendinizden… Tanırım sizi hıçkırıklarınızdan, en çok gece olup da kendinize yaklaşmanızdan… Ve korkarım kendinize değemeye bir adım kala duvara çarpmanızdan. Hep çarpılır çünkü duvarlara. Yaşamın bizden azar azar yonttuğu kıymıklardan yapılma tuğlalardan örülü duvarlara. –Ben duvar bilgesi oldum anne. Ölünecekse hep bir duvar dibinde ölünür. Yaşanacaksa sırtını duvara dayayıp yaşar insan. Aşar insan, ancak duvarların hayalini. Gerçeği ise hep karşısında durur. Bakıp bakıp iç geçirmelerle geçer yaşam da o duvardan asla geçilmez diğer yana.
Ruhu ile bedenini buluşturmakta güçlük çeken insanlarla dolu yeryüzü. ‘Neler dönüyor dünyada’ demiş Tolstoy – ‘Neden (hâlâ) dönüyor dünya’ diyorum ben de. Giderek yaklaşan ölüm ile giderek uzaklaşan yaşam, mengenenin iki kolu olmuş eziyor insanın ruhunu. Yaşamak eşittir online olmak. Değilsen çevrimiçi, yoksun insanların gözünde. Öldüğünden haberleri olur ama. İyi insandı derler. (İnsan olduğunda hemfikirdirler.) Buna sevinirsin içten içe. Kalkıp hepsine teker teker sarıldığını hayal edersin. –Sağ olunuz dostlar, sağ olunuz kardeşler. Ne iyi ettiniz, sevindirdiniz beni giderayak. Yaşarken yaşama ve insanlara ayak uyduramayınca insan, ölünce beni kesin şehrin kenarında boş bir araziye atıverirler diye düşünüyor. Ardımızdan belki sadece kargalar ağlayacak. Bir ölümün daha sonuna geliyoruz sevgili seyirciler. Birazdan yaşam başlayacak.
Ilık bir tütsü mırıldanır gibi kokuyor. Mavi, yerine siyahı gözcü bırakıp gittiğinde… Sonunda hep bir kuşku kalır. Başka çaresi var mıdır? İnsan, kalbini kullanmalıdır.