ŞERBET DEMİ
Kudret Ayşe Yılmaz
Her an yeniden yaratılmakta ve yaratılışlar bir bütüne doğru mükemmelleşmekte. Bende eksik olan sende çoğalmakta ve senin bilmediğini ben biliyorum. Gülden şerbetler yaparım, damaktan tadı damla eksilmeyen. Ve ince uzun bardaklara doldururken de hep ağlarım, zulüm mü bu yaptığım? Hafızayı bir uçtan bir uca fethedecek kokun işler nefese. Unutulmaması istenen bir kayıt, yanmayacak bir mazi vesikası…
Gül, oysa ne gururluydun dikenin taze ve başın dikken. Her renginin farklıydı âşıkları, katmerli çiçeklerine yazılmış şiirlerle yarışır güzelliğin. Tek yaprağının ederi değil söylenmişlerin topyekûnu. Sana anlatacaklarım var, söyle kalbin nasıl dayanacak!
İşitirim, ikidir sesin. İlki, dikenin derime gömülünce:
Cızt… Cızt… Cızt…
Her insan işitmiştir gül, bu yaradaki kabuğun çatlama sesi. Ummadığın yerden darbelenip şaşkına döne döne kanarken ilk damlanın düşüş sesi. Kaybettiğinde, dündeki bütün kayıplarının hüznünü ziyadeleştirmek için koşa koşa geliş sesi.
Diğeriyse çiçeklerin dalından kırılırken:
Çıt… Çıt… Çıt…
İnsan da kırılırken çıt deseydi keşke, çıtını çıkarmadan kırılmalar ruhu parçalar biliyor musun? Ruhumun parçalarını hangi atlasta bulabilirim? Tamamlanmak için çok mu geç?
Sözün ikbali senin güzelliğine tesadüf edince dilsizleşti. Ahhh, dikenleri nasıl yakıştırıyorsun kendine! Kanım karışıyor toprağa, ellerim yara bere… Ama yine de, seni en çok âşıkların ellerinde gördüm. Çiçeğini hep onlar kırdı. Şimdi beni suçlama boşa, bencillikle büyüyen aşkın çocukları benden de acımasızdı.
İnsan deyip durma artık, bizler senin bildiğinden farklıyız. Önce hayaller kurar, sonra hayallerimiz için kanatlarımızda tüy kalmayana dek çırpınır; en nihayetinde hem de hayallere kavuşmuşken uçmayı hatırlarız. Özleriz. İnsan mutlu olamaz gül, coşar zaman zaman derinlerindeki çağlayanı. Yüreğini zaten o besler. Bütün çağlayanların toprağa gömüldüğünü bilmiyor musun?
Dikkat et, ölüyoruz yavaş yavaş… Ölüm aralayıp gönül kapısını aziz ruhu alacak, ruh bal peteğine sığacak da dimağa sığmayacak. Sahi bülbülün kâinatı kaplayan iniltilerini hatırlar mısın? Hem diken hem gül aynı dalda, aslında sen de haklısın! İnsanın kaynağı kalpten kâh iyilik kâh kötülük doğuyor. Diken gören gül demez sana, gülünü seven dikenine takılınca niçin hayıflanmakta? Dünya işte gül; sen de biraz ağla biraz gül, biraz yaşa biraz öl. Kimini kokunla şad et, kimine dikeninle tahammül öğret.
Tomurcuk açılmak için nice zahmet çekecek, lakin geride avuç avuç diken yadigâr kalacak. En iyi sen bilirsin, ilk solan gül en güzelidir. Dikense hep daha uzun ömürlü, en keskin yanın ve kurudukça daha kuvvetli zulmü…
Lıkır… Lıkır… Lıkır…
Şerbetinle dol yudumlayanın hücrelerine. Şifa veren ol, nesneler güzelliği adınla öğrensin. Kalemin gölgesi yazının üzerine düşer, adım ilerlemek için gölgesini ezer. Her adımda ilerler âlim; gölgeler çoğalır çevresinde, gün devam eder. Kimseler bilmez gayretin sonrasında lezzet olmadığını, keyifli olan gayretin ta kendisidir.
Ah gül, fikrimin hekimi ol! Bir yangın yerine benzer açıldığın bahçeler; kızıldır, sarıdır, beyaza döner. Artık gül kokuyorum, dikenlerim kırıldı. O hâlde yarını fısılda şimdi, sesin kanayan yüreğimin sızısına benzesin. Beni bana anlat munisçe ve derin bir boşluğa uğurla hem övgü hem nefreti.